Bazen bir atasözü sadece birkaç kelimeden ibarettir ama içinde bir ömürlük tecrübe saklıdır. Bugün size tam da böyle bir sözün hikâyesini anlatmak istiyorum. “Kanaat gibi devlet olmaz.” Bu söz, bir nasihat gibi kulağa çalınsa da aslında insan ruhunun en derin yerlerine dokunan bir hayat dersidir. Gelin bu sözü, bir anneyle oğlunun hikâyesinde birlikte keşfedelim.
Kanaat Gibi Devlet Olmaz: Bir Hikâyenin Kalbinden Anlamına Yolculuk
Bir zamanlar Anadolu’nun küçük bir kasabasında Ali adında genç bir adam yaşardı. Zeki, çalışkan ve çözüm odaklıydı. Hayatın her sorunu için bir planı, her engel için bir stratejisi vardı. Onu tanıyanlar “Ali bir gün çok zengin olacak” derdi. Ali’nin en büyük hayali, ailesine refah içinde bir yaşam sunmaktı. Çocukluğundan beri yokluk içinde büyümüş, hep daha fazlasını istemişti. Onun için mutluluk, büyük bir ev, lüks bir araba ve kalabalık sofralarla ölçülürdü.
Ali’nin annesi Zeynep Hanım ise bambaşka bir dünyadaydı. Yılların yorgunluğuna rağmen yüzünden eksik olmayan bir gülümsemesi, gözlerinden taşan bir huzuru vardı. Komşular ona hep “kanaatkâr kadın” derdi. Elindekiyle yetinmeyi, sahip olduklarının kıymetini bilmeyi öğretmişti hayat ona. Oğlunun büyük hayallerine hep gururla bakar ama içten içe başka bir şeyin peşinde olduğunu hissederdi.
Hırsla Dolu Yıllar: Zenginlik Yolunda Kaybolan Anlam
Ali, genç yaşta büyük bir işe girdi. Gün geçtikçe parası arttı, evi büyüdü, arabası yenilendi. Ama garip bir şekilde içindeki huzur azalıyor, yüreğindeki boşluk büyüyordu. Her hedefe ulaştığında bir yenisi ortaya çıkıyor, tatmin duygusu asla uzun sürmüyordu. “Biraz daha kazanırsam mutlu olacağım” diyordu her seferinde. Ancak o “biraz daha” hiçbir zaman yetmiyordu.
Annesi Zeynep Hanım, oğlunun bu telaşını sessizce izliyordu. Bir gün Ali’nin yorgun gözlerine bakarak şöyle dedi: “Evladım, altın dolu bir sandık bile yetmez, eğer içindekini sevemiyorsan. Unutma, kanaat gibi devlet olmaz.”
Bir Sofranın Sessiz Dersi
Bir akşam Ali, uzun bir iş gününün ardından annesinin evine uğradı. Eski, mütevazı bir sofraya oturdular. Sofrada sadece bir tabak çorba, biraz ekmek ve yanına birkaç zeytin vardı. Ali, alıştığı zengin sofralardan sonra bu yemeğe burun kıvırdı. Ama annesinin yüzündeki huzuru görünce şaşkınlığa kapıldı.
“Anne,” dedi, “Bu kadar az şeyle nasıl böyle mutlu olabiliyorsun?”
Zeynep Hanım gülümsedi: “Çünkü mutluluk sofradakiyle değil, sofraya oturan gönülle ilgilidir. Elindekine razı olmayı bilmezsen, dünyanın en büyük sarayında bile huzur bulamazsın.”
O gece Ali ilk kez gerçekten düşündü. Sahip olduğu onca şeye rağmen neden huzur bulamamıştı? Belki de sürekli eksik aradığı için. Belki de zenginliği hep dışarıda arayıp, içinde büyüyen açlığı fark etmediği için…
Erkek Stratejisi ve Kadın Hikmeti: Bir Dengenin Sırrı
Ali’nin hayatı, erkeklerin dünyasına özgü bir planlama ve çözüm arayışıyla doluydu. Her şey hesaplanmalı, her adım mantıkla atılmalıydı. Zeynep Hanım ise kadınlara özgü bir bakışla meseleye yaklaşmıştı: ilişkileri, huzuru ve anlamı merkeze koyarak. Bu iki bakış birleştiğinde, gerçek bilgelik ortaya çıkıyordu. Zenginlik de önemliydi elbette, ama kanaat olmadan hiçbir zenginlik insana “devlet gibi” bir huzur sunmuyordu.
Son Ders: En Büyük Servet, İç Huzurudur
Yıllar geçti. Ali artık daha az kazansa da daha çok gülüyordu. Daha az eşyası vardı ama daha çok huzuru… Annesinin o sözü hayatının pusulası olmuştu: “Kanaat gibi devlet olmaz.” Çünkü en büyük servet, banka hesabında değil; gönlünde taşıdığın huzurda saklıydı.
Kanaat Gibi Devlet Olmaz: Sözün Kalbindeki Anlam
Bu atasözü, insana sahip olduklarının kıymetini bilmeyi, doyumsuzluğun yerine huzuru koymayı öğütler. Gerçek devlet, para ya da güç değil; kanaatle gelen içsel zenginliktir. Kanaat eden kişi, azla çok yaşar, yoklukta bile zengin hisseder. Çünkü asıl servet, sahip olduklarında değil, onlara nasıl baktığındadır.
Belki de hepimiz, Ali gibi bir gün bu sözü yeniden düşünmeliyiz. Sahip olduklarımızı eksik değil, değerli görmeyi öğrenmeli ve en büyük devleti, kendi iç dünyamızda kurmalıyız.